top of page
Henüz etiket yok.

SEARCH BY TAGS: 

RECENT POSTS: 

FOLLOW ME:

  • Twitter Clean Grey
  • Instagram Clean Grey

BEN KÜÇÜK BİR KEPÇEYİM DÜNYA KAZANININ İÇİNDE!


Not: Bu fotoğraf alıntıdır.

(İspanya, Murcia1)


Farklı kültürlere ve yabancı dillere olan merakımla başladı bütün hikâye. Hatırlıyorum, üniversiteye başladığım ilk yıl hocalarımızdan biri tek tek neden bu bölümü seçtiğimizi sormuştu. Sorusunu “dünyayı gezmek için” diye cevapladığımda bütün sınıf kahkaha atmıştı. Bende güldüm elbette, yabancı ülkelere rahatça seyahat edebilmek için her ne kadar İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü seçtiğimi iddia etsem de, zaman zaman bana da uçuk geliyordu bu hayal. Bazen hayal ettiğiniz noktaya ulaşabilmek için ne zamanınızın ne de maddi imkânlarınızın olması tek başına yeterli değildir. Niyetten öteye geçip adım atmak gerekir. Bende öyle yaptım. Çocukluğumdan beri hayalim olan yurt dışı seyahatleri için bulduğum her fırsatı değerlendirmeye çalıştım.

Üniversitenin ilk yılında bir dil okuluna katılmak için Amerika’ya gidip geldikten sonra yeni hedef belirlemeliydim. Babama maddi anlamda yük olmak istemediğim için bir Kayserili edasıyla öğrenciler için yurtdışı eğitimi imkanlarını araştırdım ve “Erasmus Öğrenci Değişim Programı”na başvuruda bulunmaya karar verdim. Erasmus bursunu kazandıktan sonra İspanya yolculuğu için hazırlık yapmaya başladım. Adını daha önce hiç duymadığım bir şehirde 6 ay yaşayacaktım. Avrupa denildiğinde ilk aklıma gelen ve en çok gezip görmeyi istediğim ülkelerdendi İspanya. İtiraf etmeliyim ki, 6 ayı tanımadığım bir şehirde, dilini dahi bilmediğim bir ülkede geçirecek olmak hiçte korkutmuyordu gözümü. Aksine yeni bir dil öğreneceğim ve farklı milletlerden arkadaşlar edineceğim için fazlasıyla heyecanlıydım. Murcia hakkında bildiğim tek şey Barcelona’ya 6 saat uzaklıkta, İspanya’nın güneyinde Endülüs Bölgesinde bulunan bir şehir olmasıydı. Kalanını yaşayarak öğrenmek istedim. Murcia’ya İstanbul ve Barcelona aktarmalı olarak Kayseri’den ayrıldıktan bir gün sonra ulaştım. Küçük sevimli bir tren istasyonuna ulaştığımızda fark ettim çokta büyük bir şehir olmadığını. Evime yerleşip, okulumun nerede olduğunu keşfettikten sonra başladı İspanya maceram…

Kayseri’ye karlar arasında “hoşçakal” derken, Murcia’da ilkbahar karşıladı beni. İki mevsim arası çok çetin bir geçiş oldu benim için. Kaldığım ev, 5 katlı apartmanın zemin katında bir daire olduğundan sanırım, ilk zamanlar oldukça serin olurdu. Aldığım burs parası ile bütün masrafların üstesinden gelmek gibi bir fantezim olduğundan birkaç kere ısınmak için klimayı açmak yerine evin içinde montumla gezdiğimi hatırlıyorum. Fantezi diyorum çünkü maddi anlamda ailemden destek alma imkanım olduğu halde bu zaman zarfında kendi başımın çaresinde bakmak istedim. Biz gençler olmadık zamanlarda böyle marjinal kararlar alabiliyoruz bazen. Okuldan ve ödevlerimden kalan zamanlarımda sırt çantamı alıp, güvenli bulduğum sokaklarda geziyor, ilginç bulduğum mekanları uzun uzun inceliyor, her fırsatta yalan yanlış gramerimle İspanyolca konuşmaya çalışıyordum. İspanya’ya giderken nasıl olsa bir Avrupa ülkesi olduğunu düşünerek insanların İngilizce bildiği kanısında hiç kapılmayın, hayal kırıklığına uğrarsınız. Turistlerle dolup taşan, büyük şehirlerinden olan Madrid’de ve Barcelona’da bile insanlarla İngilizce konuşmaya çalıştığınızda İngilizce bilmediklerini fark edeceksiniz. Okula kaydımı yaptırırken dahi uluslararası öğrenci kitlesi olmasına rağmen üniversitede öğrenci işlerinde iletişim kurabilmek için İngilizce bilen bir çalışan bulamamıştım. Neyse ki yüce Google imdadımıza yetişti de bir şekilde kayıt işlemlerini halledebildim.

İspanyollar olabildiğince güler yüzlü, nazik ve yardım sever insanlar ya da en azından bana hep öyleleri denk geldi. İspanya’daki aile kültürü biz Türklerde olduğu kadar değer verilen bir konu. Türk kültüründe akşam yemeği vesilesi ile bir araya gelen aile üyeleri İspanya’da öğle yemeğinde bir araya geliyor. İspanyolların biraz rahatına düşkün insanlar olduklarını söylesem yalan olmaz. Bankalarda dahil olmak üzere sabah 9’da açılan devlet daireleri öğleden sonra 2’de kapanıyor ve hava geç kararmasına rağmen en geç 20.30’da cadde üzerinde ‘Chino’lar haricinde açık dükkan bulmak neredeyse imkansız. ‘Chino’, İspanyolca’da Çinli anlamına gelen bir kelime. Şehrin her yerinde Çinlilerin işlettiği, Türkiye’deki “Ne Alırsan 1 TL” konseptine çok benzer bir tarzı olan büyüklü küçüklü dükkânlar, her biri kendilerine ait özel isimlere sahip olsalar da genellikle “Chino” olarak biliniyorlar. Pazar günleri büyük alışveriş merkezleri de dâhil olmak üzere bütün işletmeler kapalı oluyor. Pazar günleri açık ve kalabalık olan mekânlar sadece restoran ve kiliseler. Birlikte vakit geçirebileceğiniz aileniz veya arkadaşlarınız yoksa Türkiye’de dört gözle beklediğiniz Pazar günleri İspanya’da haftanın en sıkıcı günü olabiliyor bazen, neyse ki ben bu açıdan çok şanslıydım. Küçüğünden büyüğüne bizim tabirimizle düğüne gider gibi hazırlanarak kiliseye giden insan grupları Pazar günleri sokakların tek şenlikli yanları.

Gün içinde öğle saatlerine denk gelen ve “siesta” olarak bilinen dinlenme vakitlerinde şehirde fark edilebilir bir sessizlik oluyor. İkindi vakti yerini akşama bıraktığı sıralarda siestada enerji toplayan İspanyollar teker teker sokağa dökülüyorlar. Özellikle çocuk park alanları görülmeye değer. Anneler banklarda oturup koyu muhabbetlere dalarken evlatlarıyla daha çok babalar ilgileniyor. Çocuklarla ilgili sorumluluklarda babalar ülkemize nazaran daha ilgililer diyebilirim. Yolda bebek arabaları ile muhabbet ederek yürüyüş yapan babaları ilk gördüğümde çok şaşırmıştım.

Farklı kültürlerde en çok merakımı celbeden konulardan birisi de mutfaklarında neler olup bittiği. Bir Müslüman olarak olabildiğince ambalajlı ürünler tüketmeye, aldığım ürünlerin içeriklerini gözden geçirmeye özen gösterdim. Yurtdışında yemek konusu zannedildiği kadar korkulacak bir mevzu değil aslında, neredeyse Avrupa’da gittiğim her şehirde Müslüman restoranlara sık sık denk geldim, restoran sahiplerinin çoğu da Türktü. Bununla birlikte imkanım ve inançlarım doğrultusunda elimden geldiğince bütün yöresel yemeklerinin tadına baktım. İspanyolların en popüler yöresel yemeklerinden biri “paella”. Anlatılanlara göre savaş esnasında zor durumda kalan denizciler herkese yetecek kadar malzemeleri olmadığı için ellerindeki bütün ürünleri koca bir kazanda birleştirip, pişirmişler ve böylece paella efsanesi başlamış. Katalanca’da büyük iki saplı kazan anlamına gelen paella adını pişirilirken kullanılan kaptan almış. Ana malzemesi pirinç ve safran olan yemeğin onlarca farklı çeşidi var. Yapıldığı coğrafi bölgeye göre içindeki sebze ve et çeşitleri farklılık gösterirken en popüler olanı deniz ürünleri ile yapılan Paella Valenciana. Diğer paellalardan farklı olarak içerisinde karides, kalamar, midye, salyangoz ve ahtapot bulunur. Gördüğüm en ilginç paella çeşitlerinden birisi de ‘Arros Negro’; Barcelona civarında mürekkep balığından yapılan bir paella çeşidi. Yapım aşamasında mürekkep balığının mürekkebi sos olarak kullanıldığı için piştiğinde siyah bir pilav görünümünde oluyor. Benim gibi deniz ürünlerinden hazzetmeyenler için vejeteryen olanını bulmanızda mümkün. Yine ilk kez Murcia’da tattığım ve sık sık özlediğimi hissettiğim lezzetlerden biri de İspanya’nın meşhur tatlarından biri olan churros. Churreia denilen gezici büfelerde satılan churros şeklen tulumba tatlısının daha ince ve uzununu andırıyor. Yağda kızartılarak hazırlanan bir çeşit hamur tatlısı olan churrosu alırken yanında verilen bir bardak sıcak çikolataya batırılarak veya üzerine serpilen toz şekerle tüketiliyor. Cumartesi gecelerinin ve Semana Santa festivallerinin olmazsa olmazı desek yeridir. Mutfak kültürü açısından Murcia’da daha çok Arapların etkisini görmek mümkün. Katalonya bölgesinde deniz ürünleri baskınken, Endülüs bölgesinde hamur işleri, deniz ürünleri kadar çok tüketiliyor. Paella ve churrosla birlikte özellikle kahvaltıların vazgeçilmezi ‘tosdadas’; üzerinde hazırlanan özel domates ve zeytinyağı sosu ile tüketilen kızartılmış dilim ekmek ve ‘Cafe con Leche’ yani sütlü kahve. Bu ikili ile ilk karşılaştığımda çok uyumsuz olduklarını düşünsem de zamanla kahvaltıda aradığım çiftlerden oldular. İspanya denildiğinde en çok akla gelen yiyeceklerden birisi de ‘tapas’ beraberinde genellikle jambon ve zeytin çeşitleri ile ikram edilen kızartılmış küçük ekmek parçacıkları. Ara öğünlerde tüketilen ve farklı çeşitleri bulunan atıştırmalıklar genellikle soğuk içecek istediğinizde restoranlarda size ikram olarak getiriliyor.

Bir kültürü zenginleştiren unsurlar; o topraklarda yaşayan insanların hayata bakış açıları ve mutfağında olup bitenlerdir. Ve elbette bunların arkasında zamanı kontrol eden, geçmişten bugüne köprü olan bir tarih vardır. Mutfağından ve insanlarından bahsetmişken, bir sonraki yazımda Murcia’nın mandalina kokulu sokaklarında sizin için yeniden gezeceğim.

bottom of page