TATARİSTAN’IN BAŞKENTİ: KAZAN
- hurieloğlu
- 25 Nis 2016
- 3 dakikada okunur

Babam ilk söylediğinde pekte adını duymadığımız bir şehir olduğundan çokta heyecanlandırmamıştı beni. Şehirde gezmeye başladığımızda fazlasıyla yanıldığımı fark ettim. Hem tarihi hem de şehir yerleşkesi açısından şahane bir şehir. Kazan haritasını elime alıp, şehir ile ilgili araştırmalar yapmaya başladığımda öğrendim bir kültür şehrine geldiğimizi. Şehir merkezine yaklaşırken farklı duruşu ile dikkatleri celbeden Kazan Kremlin 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış. 1000 yıldır birbirinden farklı kültürlere ev sahipliği yapan şehirde; Kazan Kremlin başta olmak üzere, 19. Yüzyılın başlarında inşa edilmiş Kazan Üniversitesi, hemen karşısında bulunan Ulusal Kütüphane, geçmişte kız lisesi olarak kullanılmış olan Tataristan Bilimler Akademisi, büyük çan kulesi ve renkli duruşu ile uzaklardan kendini gösteren Petro ve Paulo Katedrali ilk dikkatimizi çeken yapılardandı. Bunlarla birlikte Kazan’ın arka sokaklarında yürürken rastladığımız büyüklü küçüklü camii ve kiliselerin her biri uzun uzun incelenip, bol bol fotoğraf çekinmeyi hak eden yapılardı. Rusya’da gezdiğimiz şehirlerde en çok camiye rastladığımız şehirdi Kazan.
Oldukça yabancı olduğumuz bir kültüre doğru misafirlik ederken rastladığımız Kazan Türkleri en büyük yardımcılarımızdı, özellikle yemek konusunda. Yoğunlukla et ve hamurun kullanıldığı Tatar Mutfağı sevilmeyecek gibi değil. Şehri toplu taşıt araçları kullanmadan sadece yürüyerek keşfederken minik Tatar Restoranları hem güvenilir hem de oldukça ucuzdu. Özellikle geçtiğimiz yıl Venedik’te bir öğün yemeğe 140 Euro ödediğimizi düşünürsek Rusya’da yemeklerin Avrupa’ya göre çok daha ucuz olduğunu söyleyebiliriz.
Şehrin atmosferini güzelleştiren karelerden biri de yan yana görebileceğiniz camii ve kiliseler. Ortodoks olan Ruslar ile Müslüman Tatarlar bir arada hoşgörü içerisinde yaşıyorlar. Bunun en güzel örneği ise; Kazan Kremlin. Kazan’ın bulunduğu yarım adanın en yüksek kısmında yer alan, etrafını 15. yy.da Tatarlar tarafından inşa edilen bembeyaz surların çevrelediği, içinde birçok mimari yapının yer aldığı bir çeşit kampüs. Yarımadaya karşıdan baktığınızda geçmişten günümüze birçok farklı zaman dilimine ve inançlara ait rengârenk yapılar harika bi senfoni oluşturuyor. Kremlin’in içinde günümüzde Tataristan’ın bir çeşit çalışma ofisi olarak kullanılan resmi devlet binaları ile birlikte, en eski yapıtlardan olan Annunciation (Meryem’e Müjde) Kilisesi, Süyümbike Kulesi ve Kul Şerif Camii yer alıyor.

Kazan Hanlığının yıkılmasının ardından şehirde bulunan birçok İslami yapı Ruslar tarafından yok edilmiş. 1998 yılında bu yıkımların telafisi olarak inşa edilen bu camii adını devrin büyük zatlarından biri olan “Kul Şerif”ten alıyor. Söylenenlere göre yüzyıllar sonrasında böyle tarihi bir merkeze yeniden bir camii inşa edilmesi, İslam’ın ahir zaman ümmeti üzerine yeniden doğuşunu sembolize ediyor. Beyaz ve turkuaz renkleri ile bu camiinin gece ayrı gündüz ayrı bir güzel görünüyor. Camiinin alt katı İslam Müzesi olarak kullanılırken mescit kısmına sadece ibadet edecek olan Müslümanlar alınıyor. Camiinin içini görmek isteyen turistler için üst kısma asma balkon yapılmış, Camiiye ibadet etmek için gelen Müslümanlar mescit kısmını kullanırken turistlerde ibadet edenleri rahatsız etmeden ziyaretlerini gerçekleştirebiliyor. İç tasarımı ile de ziyaretçilerini büyüleyen bu camide gün boyunca canlı olarak okunan Kur’an-ı Kerim bu atmosfere ayrı bir güzellik katıyor.

Kul Şerif Camii’nin hemen yakınında bulunan Süyümbike Kulesi, en üst kısmında bulunan ve camilerde kullanılan âleme benzer bir hilal simgesi ile merakımı celbetti. Merak edip araştırdığımda kulenin çok ilginç bir hikayesi olduğunu öğrendim. Süyümbike Çar bir güzele aşık olmuş Tatar bir delikanlı. Sevdiği kıza aşkını itiraf edip evlenmek istediğini dile getirdiğinde, aşık olduğu kız yedi gün içerisinde kendisi için bir kule inşa ederse teklifini kabul edeceğini söyler. Süyümbike aşkının ispatı olarak en ihtişamlısından bir kule inşa eder, hemde Çar güzelin istediği gibi yedi gün içerisinde. Ve nedendir bilinmez yedinci günün sonunda kulenin en üst katına çıkar ve intihar eder. Ardından bu genç aşığın aşkı anısına kuleye onun adı verilir. Kulenin en gökemli yeri ise bence giriş kapısı.; ay ve güneş figürlerinin birleşiminden oluşuyor. Edebiyat okuyanlar bunun ne kadar anlamlı olduğunu iyi bilirler; imkansız aşkı temsil eder. Hikayenin gerçekliği mi? Bilmiyorum bende Google’ın yalancısıyım.

Kazan’da 4 gün kaldıktan sonra sıradaki durağımız Moskova idi. Rusya’da kime sorduysak otobüs yolculuğunu tavsiye etmedi ve tren yolculuğunun çok daha sağlıklı olacağını söyledi. Rusya’da trenle yolculuk yaparken iki ayrı seçeneğiniz var; ya dört kişilik kapalı kabinlerde ya da platzkart olarak bilinen açık vagonlarda seyahat edebilirsiniz. Moskova’ya geçerken trenler hakkında çokta bilgimiz olmadığından ve garda çalışan görevlilerle sadece Rusça iletişim kurabildiğimiz için sadece tarih, saat ve destinasyona dikkat ederek aldık biletlerimizi. Ailecek yan yana oturabileceğimiz koltuklar için bilet aldığımızı düşünürken trene bindiğimizde çok ilginç bir tablo ile karşılaştık. Meğer platzkartta üst yataklar için bilet almışız. Platzkart; 30-40 kişinin aynı vagonda yatarak seyahat ettiği bir yolculuk çeşidi. Trene binip bilet kontrolleri yapıldıktan sonra insanlar yataklarının üzerinde hazır bulunan temiz çarşaf, yastık ve yorganı serdikten sonra kendi yatak odalarında yatarmışçasına pijamalarını giydiler ve yattılar. Bizde ilk kez karşılaştığımız bu kültürün şaşkınlığını üzerimizden attıktan sonra mini yataklarımıza kıvrılarak yattık. Yorgunluktan olsa gerek Moskova’ya gelene kadar uyumuşuz. Ertesi sabah Kızıl Meydan’da açtık gözlerimizi.
Comentários